Bütünsel koçluk hizmetleri kişilerin ihtiyaçlarına göre farklı dallara ayrılırken yaklaşım olarak klasik koçluktan ayrılan bir metodolojiyi kullanır.
Bireyin yaşamında beliren her olumlu ya da olumsuz durum, içinde yaşadığı tüm çevrenin, geçmişin ve iç zihinsel dinamiklerin etkileşimiyle oluşur. İş yaşamından, sosyal yaşama, özel yaşamdan, ruhsal yaşama kadar çok çeşitli faktörler, tutum düşünce ve davranışlarımızı etkiler.
İş yaşamında oluşan problemler ya da hedefler kaynağını özel yaşamda gelişen olaylardan alıyor olabilir. Klasik koçlukta göz ardı edilebilen bu durum ve salt hedeflere yönelik çalışmalardan dolayı kişinin üzerinde kronikleşebilecek problemler ortaya çıkabilmektedir.
Zorlantı ile oluşturulan bir hedef ve ona ulaşma çabası kişiyi kısa vadede tatmin eder gibi gözükürken diğer taraftan ana problemi büyütmektedir.
Örneğin kariyerinde yükselme arzusunun altında yatan amaç eşini parasal yönden tatmin etme yanılgısı ile birleştiğinde uzun vadede iş ve özel yaşam açısından sıkıntı veren durumlara yol açacaktır.
Bütünsel bir yaklaşıma göre oluşturulan koçluk hizmeti kişinin karar alma süreçlerini oluşturan tüm etkileri hesaba katar.
Karar alma süreçleri ve bu kararların sonuçlarını algılama biçimlerimiz ise geleceğimizi şekillendirir. Bütünsel Koçluğun bu noktada bireyin yaşamında verdiği destek, onun içinde beslediği temel inançları, değerleri ve arzuları dikkkate alarak olur.
Diğer taraftan gündelik yaşamımızda var olan bireysel deneyimlerimiz ayrıca evrensel düzen içerisinde yasalara tabidir.
Kişisel hedefler, problemler alınacak yeni karar ve eylemlerimiz tüm bu düzenler içerisinde hayat bulur.
Kendini bütünsel bir yaklaşımla tanımak eş zamanlı olarak dış dünyayı ve diğer insanları tanımanın kapısını açar. Buradan elden edilen bilgi ile, daha başarılı, mutlu, sağlıklı bir yaşam sürmenin fırsatı yakalanır.
Bütünsel yaklaşım, insanı yaşadığı evrenle entegre olmuş, onun ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirir.
İnsan doğası ve yaşamı, içinde yaşadığı dünya ve evrenden soyutlanabilecek kendi kendine çalışan bir mekanizma değildir. İnsan fiziksel olarak tamamen içinde yaşadığı evrendeki maddelerden oluştuğu gibi zihinsel olarakda kendisini yine aynı varoluş içindeki karşılaştırmalara göre konumlandırır.
Bunlar iyi ile kötü gibi ahlaki kavramlardan, şişman ya da zayıf gibi gündelik fiziksel gerçeklere kadar uzanır. Bütünsel yaklaşım şifa ve gelişim adına tek bir değerlendirme kriterini ve bilgisini kullanmak yerine tüm bilimsel,maddi ve manevi kavramları değişimi yaratmak adına çalışma alanına sokar. Tıp, fizik, psikoloji, koçluk, sibernetik, evrenbilim, ruhsallık, iş ve profesyonel yaşam ve daha bir çok disiplin insan yaşamının evrenle etkileşimi sonucu ürettiği gerçeklerdir.
Doğaldır ki insanın gelişim yolculuğu tüm bu unsurların uyumlu ve tamamlayıcı birlikteliği ile mümkün olacaktır.
Bütüne ulaşmış olduğunuzda geride bıraktığınız her bir parçanın sizi bulunduğunuz yere taşıyan hizmetkarlar olduğunu görürsünüz.
Bütünselliğin evrimsel yolculuğun kaçınılmaz olduğu yaşamlarımızı bu amaca uyumlandırabilmek adına benimsenebilecek yegane anlayış olduğunu söyleyebilirim.
Akılllarımızı kurcalayan sorulara ve elle tutulur olmayan ruhsal yönlerimizle somut bir bağlantı kurmakta bize destek olacak bir anlayış ancak bütünsel bir yaklaşım ile yapılandırılabilir.. Aydınlanan kişi için tümden gelimin kaçınılmaz olgunluğu sizi yaşama dair her olgunun varlığını inceleme ve kabul etme sorumluluğu yükler. Bu yüzden ayrılıkçı ve göz ardı edici olamazsınız. Zira bunun bedelini yüksek bir biçimde ödemişsinizdir.
Şimdi artık bizi, evrensel varlığımızı oluşturan her bir parçayı anlama ve uyumlanma süreci bekler.
İnsanoğlu zamansal döngüler içerisinde bireysel ve toplumsal olarak gelişirken varoluşunu sorgulayan bir bilinç düzeyinden geçer. Yaşarken çeşitli olaylar ve bunlara verilen duygulanımlar esnasında yavaş yavaş veya birden bir soru çıkar ortaya: Neden ?
Ve bumm, hayat artık eskisi gibi devam etmeyecektir
İnsanın bu noktaya gelip bu soruyu sorması hayatındaki anlamsızlığın bilincine varmış olması demektir. Tabii bu noktaya gelinceye kadar insanoğlu defalarca yarı yoldan dönmüş, kendini tekrara devam etmiştir.
Genelde bu döneme kestirmeden geliş çok güçlü duygusal patlamalar ile olmaktadır. Kişi kimi zaman o kadar rehavettedir ki birden fazla duygusal krizin eşiğinde kendini bulduktan sonra pes eder, ve sihirli soruyu sorar:Neden?
Bu dönemde anlamsızlığın başlı başına bir uyaran olduğunun keşfi-ki bu keşif genelde bilinçsizce yaşanır- kişiye bu uyaranı dindirme-dengeleme- ihtiyacını verir.
Dikkat edilirse sorgulamanın insanın kaderi olduğunu görebiliriz.
Aslında bu dindirme sürecinde yaşanan; bir tür zihinsel acıdan kaçış davranışıdır: anlamsızlığın neden olduğu zihinsel baskının yarattığı arayış sonucu bulunan anlam ile bu baskının ortadan kalkışı. Sonuç; bilgiye ulaşma, zihinsel rahatlama ve gelişim. Tabi ki gelişimin son noktası göz önüne alındığında bu rahatlamalar yalnızca geçici bir duraklardır.
Peki arayış tutumuna nasıl ulaşırız yaşamlarımızda?
Bunun için öncelikle baskıyı ya da stresi tanımlamalıyız. Baskı kelimenin kökünden de anlaşılacağı üzere bir basınca işaret eder. Ancak bu basınç ezip yok etmek üzere bir basınç değil, yön vermek üzere bir güç eylemidir. Dozu yükseldiğinde belirgin bir acıya dönüşen bir eylem.
Fiziksel olarak dahi baskı ya da stresin hissedilebilmesi için bir karşı direncin şart olduğunu biliyoruz. Psikolojik olarak ise bu karşı güç kemikleşmiş zihin yapımızı kapsayan mevcut zihinsel bağımlılıklardan oluşur ve gerçekte stresin kaynağı olan bağımlılıkların sürdürülmesi arzusundan kaynaklanan direnç durumudur.
Bir ölçüde bireylerin ya da toplumların stresten kurtulamayışının sebebi direnci kaldırmak yerine uyaranı kaldırmaya çabalamaktan geçmektedir. Ki bu da uyaranın güçlenerek kendisini göstermeye devam etmesi ile sonuçlanmaktadır.
Direnci yani bağımlılılları kaldırmak ise başlı başına bir konu olup ileride değinmek üzere şu an esas konumuza dönelim.
Sorgulama veya anlamsızlığın anlaşılması arzusu(iç dengeye ulaşma arzusu) sırasında duyulan zihinsel uyaran dozajı beslenme, barınma ve üreme gibi diğer temel ihtiyaçlarla karşılaştırıldığında düşük kalacaktır. Ancak Maslow’unda tanımladığı bu türden birincil ihtiyaçlar giderilme çabası verilirken anlamsızlığın yarattığı zihinsel stres oldukça ağar ve hissedilen doza çıkacaktır.
Temel ihtiyaçlarını gidermede sorun yaşamak, ideal ilişkilere sahip olmak ya da sahip olduğu sosyal ve maddesel standartları yitirmemek adına garantiye alma koşuşturması yapmak bireyin yaşamında başka bir düşünce sistemi ile birlikte varlığını sürdürür.
Tüm bu günlük savaşlar sürekli olarak bireyin zihninde soyut kavramlar ile değerlendirilir.
Eşitlik, adalet, huzur, sevgi, dürüstlük, ölüm, vicdan, Tanrı, ölüm sonrası ya da şimdi cezalandırılma ya da ödüllendirilme, uğursuzluk, şans, iyi, kötü, doğru, yanlış ve daha bir çok soyut kavram hayat mücadelesi veren (ya da yalnızca iç huzuruna ulaşmak isteyen)bireyin zihninde ki ölçü ve değerlendirme kriterleridir. Bu kavramlar ne kadar soyut gözükse de aslında onun somut yaşamını şekillendiren düşünce sisteminin önemli bir parçasını oluştururlar.
Toplumsal betimlemenin ana araçları olan din, geleneksel ahlak, felsefe ve bunun uzantısı olan bireysel aktarımlar ile şekillenen bu kavramlar yaşam ya da huzur savaşı veren birey için oldukça kafa karıştırıcıdır. Evrensel işleyişin karmaşıklığı, acının ve hazzın olduğu bir yaşamda insan denen duyarlı organizma üzerinde belirgin bir şekilde değişime zorlayıcı etki yaratmaktadır.
Günlük koşuşturma; bu soyut kavramlar eşliğinde bilinçli ya da bilinçsiz olarak , durmaksızın gözden geçirilirken zihinde açık ya da gizli bir çok soru oluşmaktadır. Bu sorular kimi zaman yaşamın bir noktasında; bir sohbette, bir kitapta ya da bir eğitimde cevap bulduğu anda uzun zamandır gizlice zihni kurcaladığı fark edilirken(kurcalama çok ince bir uyarandır ve düşük dozda acıdır;tıpkı gıdıklamanın da düşük dozda acı olması gibi)diğer taraftan kendimizi belirgin bir sorunun cevabını bulmak için bilinçli bir arayış içerisinde de bulabiliriz .
Çocukluk ve ergenlik bir çok açık ve bastırılan soru ve dolayısı ile problemin oluştuğu ilk dönemlerdir.
Ergen ya da yeni erişkin birey için cevap bulduğu sorular bundan sonrasındaki yaşamını derinden etkileyecek ,cevap bulamadığı bir çok soruya karşı isyan edebilecektir. Bu dönem bizlere soyut gibi gözüken soruların ne kadar güçlü yönlendiriciler olduğunu açıkça göstermektedir.
Olgunluk döneminde ise yetkiye kavuşmuş olan birey halen yaşamında huzura ulaşamamış hatta kimi zaman çocukluk ve ergenlik dönemlerine dönüşü dahi özlemektedir. Sorular halen baskısını sürdürmekte bunun için kozmik tasarım bilinen en önemli uyarı sistemi olan acıyı kullanmaktadır.
Aslında bir sorunun cevap bulması; bir Gestalt’ın tamamlanmasıdır diyebiliriz. Soru beyinde elektro kimyasal bir dengesizlik yaratır, biz bu durumu süptil bir zihinsel stres-acı olarak algılarız; cevap ise bu dengesizliği dengeye dönüştürücü etkiyi yaratır. Bulduğu cevap ile zihin, sonraki yaşam durumlarında kullanmak üzere başvuracağı bilgiyi yaratmıştır.
Organizmanın zihni çevresel durumunu belirsizlikten çıkarmak ve yaşamı devam ettirmek üzere programlanmıştır. Zihin belirli bir yaşam durumu ile karşılaştığında geçmişte almış olduğu cevaptan gelen bilgi ile bu durumu aşma eğilimindedir.
Bunun içinde kararında bir stres ile gündemde tutulan soru zihinde cevabını bulup bilgiye dönüşene kadar orada duracaktır.
Açıktır ki anlam bilgi ile gelmektedir. Bu durumda anlam arayışı aslında bilgi arayışından başka bir şey değildir.
Artık bilgiye ulaşan zihin, bundan sonra ki yaşamında aynı durumlar için bir referans noktasına sahiptir. Kararsızlıkta kalmayacak bunun yarattığı büyük stresi yaşamayacaktır. Konu hakkında yargısı oluşmuş somut dünyada sorunsuzca yaşamını devam ettirecek soyut bilgiyi kullanmaya başlamıştır. Hatta bunu başkaları ile paylaşmaya can atıyor olabilir.
Bu tür bir acıdan kaynaklanan arayışı oluşturacak ortam ise görünüşte evrensel bir kaostur.
Kaosun içinde çelişkiler, çatışmalar ve anlamsızlıklar vardır. Bu çelişki ve çatışmalar yaşamın devam ettirileceği ortam konusunda bedeni korumak adına soruyu doğurur. Sorunun varlığı aslında çevresel ya da evrensel belirsizliğe işarettir. Belirsizlik ise organizmanın psikolojik ya da fizyolojik dengesini bozar ve dengeyi oluşturmak adına arayış ve sonunda bilgiye ulaşma gerçekleşir.
Bir kez daha evrensel bütünün ayrılmaz bir parçasını oluşturan bireyin görünüşteki tüm kaosu düzene çevirene kadar denge arayışında olacağını görebilmekteyiz.
Bunun yanında yenilemekte fayda olduğunu düşündüğüm gerçek ise anlam bulana kadar her şeyin kaos olduğudur. Bu anlamda; içinde bulunduğumuz evrenin kaos olarak gözüken gizli bir düzeni olduğunu belirtmek daha dürüstçe bir yaklaşım olacaktır.
Anlatılanı biraz uzaktan gözlemlediğimizde insan denen organizmanın kendini ve ilişkide bulunduğu tüm iç ve dış evrenini tanımaya programlandığını görebilir hatta bunun onun kaderi olduğunu söyleyebiliriz
Burak AKÇAKANAT
Bütünsel Koç
Shaman
Life Strategies & Consulting
[email protected]