Batı herbalizmi, doğal ürünlerin incelenmesi anlamına gelen farmokognoziye dayanır. Farmokognozi, kalp yetmezliği için yüksek otu yapraklarından elde edilen digoksin kullanımı gibi belirli iyileştirici özellikleri bulunan bazı bitki bileşenlerinin tanımlanmasını, esans çıkarım yöntemlerini ve uygulanmasını kapsar. Bu bileşenlerin esansları alınır, arıtılır ve klinik araştırmalarda çalışılır. Bazen doğal bileşenler laboratuvar ortamında sentetik hale getirilebilir ve bu bileşenlere değişim sonrasında patent verilebilir. Pratisyenler taze ve iyileştirici etkisi bulunan bitkileri, basit esansları veya standart esansları kullanmayı seçebilir.
Standart esanslarda belirli bir miktar bileşene belirteç bileşen adı verilir ve bu bileşenin bitkisel ilaçta aktif bileşen olma ihtimali vardır. Ürünler iyi bir üretim süreci altında ve geleneksel formüllere, Amerikan Kodeksi’ne veya Amerikan Farmakopisi’ne uygun olarak üretilmelidir. Bitkinin aktif bileşeni (eğer biliniyorsa) kökünde, gövdesinde, yapraklarında, çiçeğinde, meyvesinde veya başka bölgelerinde farklı miktarlarda bulunabilir.
Yaklaşık 2500 yıl önce Hipokrat, "Tıpta akla yatkın teorilere değil deneyime ve aynı zamanda nedenlere dikkat etmelidir,” demiştir. M.Ö. 4. yüzyılda yaşayan Yunan doktor ve herbalist Hipokrat, Batı tıbbının babası olarak görülür. Hipokrat, hastalıklar üzerinde beslenmenin, su kalitesinin, iklimin ve sosyal çevrenin önemini vurgulamıştır. Hipokrat belirtileri tedavi etmek yerine kişiyi bir bütün olarak tedavi etmeye inanmıştır. Vücudun kendi kendini iyileştirme kapasitesini kabul etmiştir ve tıbbi uygulamalarda iyi gözlem yapmanın önemini vurgulamıştır. Bunun yanı sıra Hipokrat, sağlığın korunmasına yardımcı olarak basit bitkisel tedaviler önermiştir. M.Ö. 4. yüzyılda Theophrastus, botanik biliminde temel bir metin olan Historia Plantarum’u yazmıştır.
M.S. 1. yüzyılda Roma bölgelerinde seyahat eden Yunan Doktor Dioscorides, beş tıbbi metin oluşturmuştur. Dioscorides’in De Materia Medica olarak bilinen bitkilere ilişkin metinleri, Batı’daki bitkilere ilişkin tıbbi metinler arasında en etkili metinlerden biri olarak görülür. Bu metin gelecek 1500 yıl için pratisyenlere standart bir referans olmuştur. Bu etkili kitap ayrıca iyileştirici etkisi olan bitkiler ve Hindistan’da Ayurveda tıbbında kullanılan tedaviler ile ilgili bilgiler içerir. M.S. 1. yüzyılda yaşayan Bergamalı Galen Romalı bir doktordu ve anatomi ve fizyoloji öğrencisiydi. Galen 130 adet ilaç ve iyileştirici tedavi içeren bir tarif kitabı yazmıştır. Galenik olarak bilinen bu detaylı karışımlar, bazen 100 kadar bitki ve diğer maddeleri de içermekteydi. Bitkisel tıbba ilişkin bu yaklaşım, Hipokrat tarafından önerilen ve geleneksel halk şifacıları tarafından uygulanan basit tedavilere karşı köklü bir değişikliktir. Galen, karışık tıbbi formüllere ilişkin bilgisi ile katı bir tıbbi sistem geliştirmiştir. Galen bu bilgisi ile sağlık konularına ilişkin yegane otorite olarak görülmekteydi.
Gözlemlere değil teori ve bilime dayanan Galenik sistem, Ortaçağ boyunca hâkim olmuştur. Galenik bileşimler kanatma ve boşaltımın yanı sıra bu çağda tıbbi profesyoneller tarafından uygulanan etkili teknikler arasındaydı. Buna karşın geleneksel bitkisel şifacılar temel tıbbi sistemin dışında kalmışlardır.
8. yüzyılda, İtalya-Salemo’da bir tıp okulu açılmıştır. Arap doktorlardan elde edilen bitkisel bilgiler bu okulda korunmuştur. Müslüman Araplar, Avrupa, İran, Hindistan ve Uzak Doğu’da bulunan, iyileştirici etkiye sahip bitkilere ilişkin geniş çaplı araştırmalar yapmışlardır. Arap tüccarları 9. yüzyılın başlarında ilk bitkisel eczaneleri açmışlardır. Hristiyan bir keşişin eseri olan The Leech Book of Bald adlı kitap 10. yüzyılda oluşturulmuştur. Bu kitap, antik Yunan ve Romalı doktorların çalışmalarından kurtarılan önemli tıbbi yazıları içermektedir.
Avrupa’da Ortaçağ boyunca veba ve salgın hastalıklar nedeniyle geniş çapta ölümler yaşanmıştır. Özellikle 1348 yılında yaşanan Kara Veba ve ilerleyen yıllarda yaşanan diğer sağlık felaketleri çok fazla can almıştır ve bu nedenle bu hastalıklardan kurtulanlar Galenik tıp sistemine olan inançlarını kaybetmeye başlamıştır. Neyse ki geleneksel bitkisel tıbba ilişkin bilgiler kaybolmamıştır. Manastırlarda geniş çaplı iyileştirici etkisi olan bitkilerin bulunduğu bahçeler oluşturan ortaçağ keşişleri, antik bitkisel ve tıp metinlerini sabırla kopyalamışlardır. Avrupa’da olduğu gibi geleneksel şifacılar tarafından uygulanan halk hekimliği, birçok kadın herbaliste cadı veya Katolik kilisesine düşman oldukları düşünülerek işkenceler yapılmış ve bitkisel zanaatlar baskı altına alınmış da olsa devam etmiştir. Giderek büyüyen baharat ticareti ve Yeni Dünya’nın keşfi ile Avrupa’ya egzotik bitkiler ve tamamen yeni botanik ilaçlar getirilmiştir. 15. yüzyılda matbaanın icadı ile bitkilere ilişkin birçok metin halkın kullanımına sunulmuştur. Bunların arasında, 1930 yılında Alman botanikçi Otto Brunfels ve Leonhard Fuchs tarafından yazılan metinler ve daha sonraki dönemlerde İngilizceye çevrilen Belçikalı doktor Rembert Dodoens’in Hollandaca yazılan bitkisel metinleri de yer almaktadır. 1597 yılında doktor ve bahçeci John Gerard günümüzde hâlâ baskısı bulunan, bitkilere ilişkin en ünlü İngilizce eserlerden birisini yayınlamıştır. Gerard’ın bitkilere ilişkin olarak Herball or General Historie of Plantes adıyla bilinen eseri orijinal bir eser değildir. İçeriğin çoğu Belçikalı Dodoens’in eserinden alınmıştır. Buna karşın Gerard nadir olarak bulunan 1000’den fazla türden bazılarını ve kendi bahçesindeki İngiliz bitkilerini kitabına dahil etmiştir.
Astrolojinin bitkiler ile olan ilişkisi, astrolojiyi ilaç seçiminde ve hastalıkların tedavisinde yardımcı bir bilim olarak gören Arap doktorlar tarafından öğretilmiştir. Batı bilimine karşı bu yaklaşım 16. ve 17. yüzyıllarda yayımlanan, bitkiler üzerine yazılmış metinlerde bulunmaktadır. İngilizcede yazılan en popüler ve tartışmalı bitki metinlerinden biri, 1653 yılında yayımlanan TheEnglish Physician Enlarged adlı kitaptır. Yazar Nicholas Culpeper çekirdekten yetişme bir eczacıydı. Ayrıca Culpeper ,London Pharmacopoeia adlı eseri de Latinceden İngilizceye çevirmiştir. Culpeper, krallıkla yönetilen İngiltere’de Anglikan bir Protestandı ve tıbbi bilgileri, bitkisel tedavileri en yoğun olarak kullanan eczacılar ve tüccarlar için daha erişebilir hale getirmeye karar vermişti. Culpeper’in bitkilere ilişkin metinleri, sihir ve astrolojiyi botanik tedaviler ile birleştirmesi nedeniyle tıbbi kurumlar tarafından eleştirilmiştir; fakat metin zamanının botanik tedavilere ilişkin en popüler kitabı olmuştur. Culpeper ayrıca, ortaçağdaki keşişler tarafından iyileştirici etkileri olan bitkileri barındıran bahçelerinde uyguladıkları "Signatür Doktrini”ni kabul etmiştir. Bu teori bitkinin görünüşünün iyileştirici gücüne ilişkin ipucu verdiğini öğretir. Bitkiler doğal elementler ve bir gezegen veya burç ile ilişkilerine göre belirli sağlık durumlarının tedavisinde kullanılır. Bitkinin büyüdüğü yer, baskın fiziksel özellikleri, kokusu ve tadı bitkinin signatürünü belirler.
Avrupalı sömürgeciler Kuzey Amerika’da yerleştikleri bölgelere bitkisel bilgilerini ve bitki örneklerini getirdi. Ayrıca bu sömürgeciler Amerika yerlilerinden Yeni Dünya’ya özgü birçok besleyici ve iyileştirici etkiye sahip bitkiyi nasıl kullanacaklarını öğrendiler. Avrupa’dan getirilmiş, iyileştirici etkisi olan birçok bitki yerleşim alanlarında geliştirilemedi; fakat daha sonra tüm Kuzey Amerika’da yetiştirilmeye başlandı. Yerli Amerikan herbalizmine ilişkin ilk kayıtlar, 1552 yılında Meksika yerlisi Hindistanlı Doktor Juan Badianus’un el yazmalarında bulunur. Herbalizme ait Amerikan halk geleneği, geleneksel Avrupa tıbbı ve Yerli Amerikan herbalizminin bir karışımıdır.
Avrupa’da 17. yüzyılda simyacı Paracelsus kimyasal ve mineral bazlı ilaçları tanıtarak Batı tıbbının yönünü değiştirmiştir. Paracelsus İsviçreli bir kimyacı ve doktorun oğludur. Hastalıkların tedavisinde arsenik, merkür, sülfür, demir ve bakırı kullanmıştır.19. ve 20. yüzyıllarda hastalık belirtilerine karşı yaygın bir biçimde kullanılan bir yöntem olan sentetik ilaçların tam karşısında yer alan Batı herbalizmi ve doğal terapi ve bakım sistemlerinin gelişimine olan ilgi canlanmıştır.
18. yüzyılın sonlarında Alman Doktor Samuel Hahnemann, homeopati adı verilen bir sistem geliştirdi. Homeopati, kullanılan maddenin izini veya enerjik etkisini taşıyan aşırı sulandırılmış bitkileri, hayvansal ürünleri ve kimyasalları kullanır. Homeopati, hasta kişinin belirtilerini sağlıklı bir kişide aynı belirtilerin üretilmesini sağlayacak maddelerin çok düşük dozlarıyla tedavi eder. Hastalık belirtilerini, vücudun doğal iyileşme sürecinin ve hastalıkların nedenlerinin ortadan kaldırıldığının bir göstergesi olarak görür.
Natüropati olarak bilinen Avrupalı tıp sistemi 1895 yılında Kuzey Amerika’da da tanınmaya başladı. Homeopati gibi, bu medikal yaklaşım da Hipokrat’ın vücudun doğal iyileşme yetisini kullanarak hastalıkların yok edilmesi fikrine dayanır. Natüropati uzmanı vücudun doğal iyileşme sürecine yardımcı olmak ve sağlığı korumak için besin değeri yüksek takviyeler, bitkisel ilaçlar, uygun bir diyet ve egzersiz gibi toksik olmayan yöntemler kullanır. Batı herbalizmi, dünya nüfusundaki artış ve iyileştirici etkiye sahip bitkilerin hayatta kalabilmesi için gerekli doğal biyo-çeşitliliği tehdit eden gelişmeler nedeniyle stres içerisinde olduğu bir zamanda giderek daha popüler hale gelmektedir. Amerikan bitkisel pazarları hızlı bir şekilde büyümeye devam etmektedir ve alternatif terapileri allopatik Batı tıbbına tercih eden kişilerin sayısı giderek artmaktadır.
Geleneksel bitkisel tedavilerin etkinliğine ve güvenilirliğine ilişkin araştırmalar artsa da, bu araştırmalar, klinik çalışmalar ve laboratuvar araştırmalarının maliyeti, tam bitkilere ve bileşenlere genellikle patent verilememesi nedeniyle sınırlı kalmıştır (bu nedenle ürünlerin pazara sunulmasının ardından ilaç kârı elde edilmez). Herbalizm, Amerika’nın dışında, geleneksel ilaçlar ile başarılı bir şekilde birleştirilmektedir ve bazı ülkelerde ulusal sağlık sisteminin içerisine tamamen yerleştirilmiştir. 21. yüzyılın başlarında dünya nüfusunun %80’i bitkisel tedavilere hala güven duymaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, özellikle herbalizmin kültürel doku ile iyice bütünleştiği Üçüncü Dünya ülkelerinde birçok yerel sağlık sorunlarının tedavisine karşı geleneksel bitkisel ilaçları teşvik etmektedir.