Makrobiyotik Diyet - Kökeni

Tam tahıl ve sebze ağırlıklı, yin ve yang felsefesine göre şekillenen bir diyettir.

Makrobiyotik Diyet

Makrobiyotik diyet, yin ve yang'ın kadim Doğu anlayışını ya da teorisini içine alan bir hayat felsefesinin parçasıdır. Diyet, kahverengi pirinç ile diğer tam tahıllar ve sebzelerden oluşur. Besinlerin elektrik ya da mikrodalga ile pişirilmesinden ziyade ateş üzerinde pişirilmesi uygun görülür. Beslenmeye bu holistik yaklaşımının yanı sıra makrobiyotik diyet, bu inanışları genel olarak hayata da uygular.

Felsefesi aşağıdaki davranış biçimlerini önermektedir:
  • Günde iki ya da üç öğün yemek.
  • Sindirime ve besinlerin emilimine yardımcı olmak için her ağız dolusu besini yaklaşık 50 kez çiğnemek.
  • Yatmadan en az üç saat öncesinde yemek yemekten kaçınmak.
  • İhtiyaç duyulduğu oranda, ılık ve soğuk su ile kısa banyo ya da duşlar yapmak.
  • Yalnızca organik besinler tüketmek.
  • Doğal, toksik içermeyen bileşenleri bulunan temizlik, kozmetik ve ev ürünleri kullanmak.
  • Yalnızca pamuklu kumaşlar giymek ve metal takılardan kaçınmak.
  • Doğal alanlarda olabildiğince fazla vakit geçirmek ve günde en az 30 dakika yürüyüş yapmak.
  • Düzenli olarak yoga, dans ya da dövüş sanatlarındakine benzer aerobik ve esneme hareketleri yapmak.
  • Havadaki oksijen oranını artırmak için evin her tarafına yeşil bitkiler yerleştirmek ve temiz hava dolaşımını sağlamak için pencereleri olabildiğince açık tutmak.
  • Besinleri elektrik ve mikrodalga ile hazırlamaktan kaçınmak, gaz ya da odun ocaklar ve dökme demir, paslanmaz çelik ya da kilden yapılmış kaplar kullanmak.
  • Televizyon izlemekten ve bilgisayar kullanmaktan olabildiğince kaçınmak.
Makrobiyotik diyet, besinlere yin ve yang enerjilerini atfeder. Yin ve yang, tıpkı gündüz ve gece gibi birbirini tamamlayan ve uyumlu, zıt enerjilerdir. Yin enerjileri dışa yönelirken, yang enerjileri içe yönelir. Bu kadim Asya felsefesine göre, evrendeki her şeye bir yin ya da yang niteliği atfedilir. Denge, uyum, düzen ve mutluluk, yin ve yang enerjileri dengede olduğunda elde edilir. Et, balık, tavuk, yumurtalar ve sert peynirlerin yang olduğu düşünülürken süt, kaymak, meyve suyu, alkol ve şeker yin olarak düşünülür. Makrobiyotik diyet ise başlıca, kahverengi pirinç ve diğer tam tahıllar, fasulyeler, sebzeler, meyve ve kabuklu yemişler gibi arada yer alan gıdalardan oluşur. Diyet esnektir ve ara sıra balığa da izin verir. Esnekliği cazibesini de artırır. Makrobiyotik diyet kişilerin, kendi kişisel ihtiyaçlarına ve tıbbi durumlarına bağlı olarak kendi besin rejimlerini tasarlamasına olanak sağlar.

Makrobiyotik diyetin ilkelerinden biri kişilerin, öncelikle bulundukları iklim ve bölgeye uygun olarak, organik biçimde yetiştirilmiş besinleri yeme gerekliliğidir. Teoriye göre, insan sağlığı çevrede meydana gelen değişimlere gösterdiği uyum yeteneğine bağlıdır. Kişiler yaşadıkları yerden farklı bir iklime ait besinleri yediklerinde, bu adaptasyonu kaybederler.

Makrobiyotik diyetin savunucuları, toplumun geleneksel ekolojik temelli diyetten uzaklaşması ile beraber kronik hastalıklarda belirgin bir artış olduğunu iddia etmektedir. Bu nedenle de, ideal bir sağlık için, kişilerin yerel çevrelerinde ya da hiç değilse yaşadıkları yere benzer bir iklimde üretilen gıdaları yemeyi esas alan bir yönteme geri dönmeleri gerekmektedir.

Yang (daralan enerji) olarak görülen gıdalar daha uzun süre dayanır ve çok geniş bir coğrafi alanda yetiştirilebilir. Deniz tuzu ve deniz bitkileri yang besinlerinin örnekleri arasındadır. Aynı yarı küredeki herhangi bir yerden geliyor olabilirler. Tam tahıllar ve bakliyat da yangdır ve uzun ömürlü olduklarından aynı kıtadaki herhangi bir toprakta yetişebilirler. Taze meyve ve sebzelerin yin (yayılan enerji) olduğu düşünülür. Nispeten daha kısa raf ömürleri olduğundan, kişinin yakınındaki bir tarlada doğal olarak yetişen türdekilerden seçilmeleri gerekir. Makrobiyotik inançlara göre, diyette ve gıdalarda yin ve yang arasındaki denge kişinin içsel huzur, kendi benliği ve etrafındaki dünya ile uyumlu olmasına yardımcı olur.

Makrobiyotik diyetin bir başka yönü ise, yenen besinlerin türünün mevsim ile birlikte değişiklik göstermesidir. Bahar ve yaz aylarında, daha hafif, serin ve daha az pişirilmeye ihtiyaç duyulan besinler olmalıdır. Bu değişim gereklidir çünkü makrobiyotik felsefeye göre ateş enerjisi, günışığı biçiminde olduğunda çok bereketlidir ve pişirilen besinlerden alınmasına ihtiyaç yoktur. Sonbahar ve kış aylarında, bunun aksi geçerlidir.

Günün hangi vakti olduğu da makrobiyotik diyet açısından önemli bir rol oynar çünkü diyet atmosferik enerji seviyeleri ile ilişkilidir. Sabahları, yukarıdaki enerji daha güçlü olduğundan, kahvaltının, suda pişirilen tam tahıllar gibi daha hafif besinleri içermesi gerekir. Akşamları, aşağı enerji daha güçlü olduğunda ise, öğün daha geniş tutulabilir. Öğle yemeğinin hızlı ve hafif olması gerekir çünkü öğleden sonra enerjisi aktif ve yaygındır.

Makrobiyotikte, bir kişi için etkili olan beslenme standartlarının bir başkasında işe yaramadığına inanılır. Bu standartlar günden güne farklılık gösterir. Böylelikle, bu diyet düşüncede statikten dinamiğe doğru bir bakış açısı değişimi gerektirir. Diyet, kanseri önlediği ya da tedavi ettiği iddiaları nedeniyle pek çok kişiye çekici gelmektedir. Bu iddiaların hiçbir bilimsel dayanağı bulunmamasına karşın, kemoterapi ve radyoterapi gibi geleneksel tedaviler başarısız olduğunda, diyetin onları hastalıktan kurtardığına inanan pek çok insan mevcuttur. Diğerleri ise diyeti diyabet, yüksek tansiyon, arterioskleroz ve diğer kalp hastalığı türlerini iyileştirmeye yardımcı olması için kullanmaktadır. Diyeti destekleyenlerin çoğu bu ve diğer dejeneratif hastalıkların vücudun yin ve yang dengesinin bozulması sonucu ortaya çıktığına ve makrobiyotik diyetin bu dengeyi yeniden sağlamaya yardımcı olduğuna inanmaktadır.

Makrobiyotik Besinler Nelerdir
Standart makrobiyotik diyetteki başlıca besin kahverengi pirinç, arpa, akdarı, yulaf ezmesi, buğday, mısır, çavdar ve karabuğdayı içeren tam taneli tahıllardır. Az miktarda tam tahıllı makarna ve ekmeğe de izin verilmektedir. Tanelerin tüketilen besinin yaklaşık yüzde 50’sini kapsaması gerekmektedir. Taze sebzelerin diyetin yüzde 20 ila 30’unu üstlenmesi gerekir. En fazla önerilen sebzeler arasında yeşil lahana, kıvırcık lahana, brokoli, karnabahar, lahana yaprakları, havuç, yaban havucu, bal kabağı, Çin lahanası, soğan, maydanoz, Japon turpu ve su teresi yer alır. Ara sıra yenmesi gereken sebzeler arasında ise, salatalık, kereviz, marul ve bitkilerin çoğu yer alır. Uzak durulması gereken sebzeler arasında ise domates, biber, patates, patlıcan, ıspanak, pancar ve sakız kabağı yer alır.

Diyetin yaklaşık yüzde 10 kadarı fasulye ve deniz sebzelerinden oluşmalıdır. En uygun fasulye türleri ise azuki, nohut ve mercimektir. Soya peyniri ve tempehe de ayrıca izin verilmektedir. Diğer fasulye türleri haftada birkaç kez yenilebilir. Deniz sebzeleri arasında nori, wakame, kombu, hiziki, arame ve agar-agar yer alır. Diyetin diğer yüzde 10’luk kısmı ise olağan sebzeler ya da deniz sebzeleri ile yapılan çorbalardan oluşur. Diğer izin verilen maddeler arasında arpa maltı, pirinç şurubu ve elma suyu gibi tatlandırıcılar, miso, tamari, soya sosu gibi soslar, pirinç ya da elma sirkesi, susam yağı, tahin ve deniz tuzu, ara sıra ufak miktarlarda tohum ve yemişler (balkabağı, susam, ayçiçeği ve badem) ve haftada bir ya da iki kez beyaz etli balık yer alır.

İzin verilen içecekler arasında ise, sürgün ve saplardan, kahverengi pirinçten ve karahindibadan yapılan çaylar, elma suyu ve buz içermeyen yüksek kaliteli sular yer alır. İzin verilmeyen maddeler ise et, süt ürünleri, meyveler, işlenmiş taneler, koruyucu, yapay tatlandırıcı ve renklendirici ya da kimyasal içeren maddeler, tüm konserve, dondurulmuş, işlenmiş ve ısıtılmış besinler, sıcak baharatlar, kafein, alkol, rafine şeker, bal, pekmez ve çikolatadır.
Makrobiyotik terimi, Grekçe makro (büyük) ve bios (hayat) kelimelerinin birleşimidir. Makrobiyotik diyetin 19. yüzyılda, Japonya’da bir doğal şifacı olan Sagen Ishizuka’nın öğretileriyle başladığına inanılmaktadır. Japon bir öğretmen ve yazar olan George Ohsawa (1893–1966), makrobiyotiği 1920’lerde Avrupalılara tanıtmıştır. Ohsawa, Ishizuka’nın kahverengi pirinç, çorba ve sebzelerden oluşan diyetinden faydalanarak tüberkülozdan kurtulduğunu iddia etmiştir. Diyet, 1960’ların ortalarına, Ohsawa’nın kitabı Zen Macrobiotics (Zen Makrobiyotiği) kitabı yayınlanana ve özellikle de 60’ların karşı kültürü içinde çok satan bir kitap olana dek Birleşik Devletler’de pek fazla ilgi görmemiştir. Diyetin popülerliği, makrobiyotik felsefesinin Beatles eski üyesi John Lennon (1940-1980) ve eşi Yoko Ono (1933-…) tarafından benimsendiği 1970’lerde artmıştır.
Makrobiyotik diyette, gıdalar besin değerlerinden ziyade metafizik niteliklerine göre seçilir. Tam tahıllar, sebzeler, fasulye ve soya proteinleri açısından zengin olan rejim, bir vejetaryen ya da vegan diyetinin sağladığı pek çok benzer faydaya sahiptir. Yapılan sayısız araştırma, bu türde bir diyetin diyabet, kalp hastalığı, inme ve çeşitli türden kanserlerin oluşma riskini önemli ölçüde azalttığını göstermiştir. Makrobiyotik diyet vitamin açısından zengin, besinsel lifler açısından güçlü ve yağlı gıdalar açısından ise zayıftır.
Diyete hazırlanmak için, et, şeker, süt ürünleri ve işlenmiş gıdalara dayalı bir beslenmeden, tam tahıllar, sebzeler ve işlenmemiş gıdalara dayalı bir beslenmeye geçiş yapmak dışında uygulanması gereken herhangi özel bir prosedür yoktur. Makrobiyotik diyetin bazı savunucuları bu değişimi bir kerede yapmaktansa yavaş yavaş yapmayı önerirler.
Makrobiyotik diyet, C vitamini ve beta karoten gibi önemli besin ve antioksidan kaynağı bazı meyve ve sebzeleri içermez. Eğer katı bir biçimde takip edilirse, diyet protein, kalsiyum, B12 vitamini, folik asit ve demir eksikliğine neden olabilir. Yağ açısından yüksek diyetlere alışkın olan kişilerde, katı bir makrobiyotik diyete geçmeleri halinde ani ve şiddetli kilo kaybı oluşabilir. Orijinal biçiminde makrobiyotik diyet yalnızca pirinç ve fasulye tüketilecek şekle gelene kadar besinlerin elenmesini gerektirmektedir. Aşırı boyutlara taşındığında, diyet gerekli vitamin ve besin maddelerinden önemli ölçüde yoksun kalınmasına yol açar. Makrobiyotik diyet kanser hastalarında kaşeksiyi (yetersiz beslenme, aşırı zayıflama) daha kötü hale getirebilir. Bağırsak tıkanıklıkları, gluten-duyarlı enteropati (çölyak hastalığı) ya da tahıl tanelerine alerjileri olan kişilere önerilmez. Çocuklar, hamile kadınlar ve bağırsak bozuklukları, hipertansiyon (yüksek tansiyon), böbrek hastalığı ya da yetersiz beslenmesi olan kişilerin, makrobiyotik diyete başlamadan önce doktorlarına danışmaları gerekir.

Yetişkinlerde ve ani kilo kaybı yaşayan bazı kişilerde görülen sersemlik hissi gibi ufak sorunlardan başka negatif yan etkileri bulunmamaktadır.
Pek çok alternatif terapi gibi, makrobiyotik diyet de tartışmalıdır ve alopatik tıp tarafından benimsenmemiştir. Tartışmanın büyük bir kısmını diyetin kanseri iyileştirdiği iddiaları oluşturur. Bu iddialar anekdotsal raporlardan kaynaklanır ve bilimsel araştırmalarla desteklenmemiştir. Amerikan Tıp Derneği, makrobiyotik diyete karşıdır. Alopatik tıp topluluğu da, kanser gibi ciddi hastalıkları olan kişilerin bu diyeti geleneksel tedavilerin yerine kullanmalarından endişe duymaktadır. Birleşik Devletler ve Avrupa’daki bilimsel çalışmalar, katı bir geleneksel makrobiyotik diyetin, özellikle protein, aminoasitler, kalsiyum, demir, çinko ve askorbik asit gibi besin maddelerinin eksikliğine yol açtığını göstermiştir. Bu eksiklikler ise şiddetli kilo kaybı, anemi, iskorbüt ve hipokalsemi ile sonuçlanabilir. Çocuklarda ise, katı bir makrobiyotik diyet bodurluk, protein ve kalori yetersizliği ve kemik yaşı geriliğine neden olabilir.

Yorumlar

© 2013 alternatifterapi.com Tüm hakları saklıdır.

Eleman Türkiye